Çalıkuşu Alternatif Son

Feride küçük yaşta annesini ardından babasını kaybeder. Babasının vefatından sonra İstanbul’da teyzesiyle birlikte yaşamaya ve orada bir fransız okuluna gitmeye başlar. Feride, o dönemki kızlara karşın farklı haraketleri ve karakteri olan bir kızdır. Ondan hanım hanımcık olması beklenirken o, büyüklerinin deyimiyle ‘erkek’ çocukları gibi haylazlıklar yapar, ağaçtan ağaca atlar ve hemcinsleriyle bu nedenlerden dolayı pek anlaşamaz. Zıtlaştığı kişilerden biri de kuzeni Kamran’dır. Feride, Kamran’a olan hislerini ne kadar gizlemeye de çalışsa onunla evlenmeyi kabul eder. Ancak Kamran’ın onu aldattığını öğrendiğinde Anadolu’ya kaçar. Anadolu’da birçok zorluk içinde öğretmenlik yapmaya başlar ve bu esnada Munise adlı küçük bir kızla tanışır. Munise’ye acır ve onu evlatlık alıp ona annelik eder. Ne yazık ki Munise ağır bir hastalığa yakalanır ve ölür, Feride’nin mutluluğu kısa sürer. Bir doktorla aralarında aşk ilişkisi olduğuna dair lakırtılar ortaya çıkar ve bu yüzden kendisinden yaşça büyük olan doktorla evlenir. Ancak, aralarında hiçbir zaman karı-koca ilişkisi olmaz. Hayrullah Bey, Feride’ye kızı gibi davranır ve ona  korur. Kısa bir süre sonra Hayrullah Bey’i de kaybeden Feride’ye Hayrullah Bey’den miras kalır. Hayrullah Bey’in ölmeden önceki vasiyeti ise Feride’nin ailesiyle barışmasıdır. 

5. Bölüm (son bölüm)

Bugün Maarif Müdürlüğü’nden bir mektup aldım. Beni İstanbul’da bir Fransız Lisesi’ ne tayin ettiklerini söyleyen bir mektup… Mektup bana vardığından beri bunun hakkında düşünüyorum. Seneler önce, bıraktığım bu şehre yeniden dönme fikri beni heyecanlandırmıyor değil.

Ancak aklımda oraya dönmekle ilgili bir sürü soru işareti var. Ya o sarı çıyana rastlarsam… Allah  beterinden korusun! Ya teyzeme rastlarsam ve beni konağa geri dönmek için zorlarlarsa… Bu düşünceler beni korkutuyor ancak bunların sadece korkudan ibaret olduğunu biliyorum. Onlar kesin beni unutmuştur, beni görseler tanımazlar bile. Hele o Kamran… Sarı çiçeğiyle mesuttur, beni çoktan unutmuştur. Ancak yaşanan bunca olay, kavga, aldatma ve söylenen o kadar yalandan sonra nasıl oraya geri dönerim? Koşarak kaçtığım bu altın kafese geri dönmek Çalıkuşu’nu mutlu eder miydi? Ancak bir yandan da kendim gibi Fransız mektebi talebelerine eğitim vermek beni cezbediyordu. Mektupta yazılana göre; mektep Asya Yakası’ nda, ancak Maarif Müdürlüğü’ nün bana ayarladığı ev Avrupa Yakası’ nda. Gidip gelmek uzun sürecek ancak sorun değil, vapurla karşıya geçmek küçüklüğümden beri alışık olduğum bir şey.

Diğer bir yandan belki İstanbul bana daha iyi gelir diye düşünüyorum sonuç olarak gittiğim köylerde birçok zorlukla karşılaştım ama İstanbul’un yaşama koşulları köylere kıyasla daha kolay. Köy demişken aklıma Hacı Kalfa geldi. Ah! Nasıl özledim onu! O küçücük otel odasında bana ne güzel baktı ne ihtiyacım varsa giderdi. Köylerde tanıştığım diğer insanlara karşın bana çok iyi davrandı, her zaman yanımda oldu. Aman neyse! Hemen konudan sapıyorum. Mühim konumuza geri dönelim: İstanbul’daki Fransız mektebi. Bu düşünceler içerisinde İstanbul’a gitmeye karar verdim.

Mektubu okumayı hızlıca bitirdim ve masanın üstüne bıraktım. Sadece 4 günüm kalmıştı. Görünen o ki Çalıkuşu kafesine geri dönüyor. 

5 gün sonra:

Seneler sonra çocukluğumun geçtiği bu yere gelmek beni duygulandırmadı değil. Maarif Müdürü’ nün mektubun da yazdığı gibi bana Avrupa Yakası’nda daracık bir sokakta, bir apartmanda küçük bir daire verdiler. İki tane küçük yatak odası ve küçük ama manzarası şiir gibi olan bir salonu var. Galata Kulesi ’ni gören bu pencerenin önünde kare, ahşaptan bir yemek masası var. Şuan günlüğümü burada yazıyorum.. Evin diğer güzelliği ise konumu. Apartman sakince bir sokakta ve apartmanın yanında esnaf bakkalı var.

Bu kadar evden bahsettiğim yeter. Bugün günlerden cumartesi. Pazartesi günü çalışmaya başlayacağım. Şimdi fark ettim, saat geç olmuş! Ben şimdi uyuyacağım, yarın görüşmek üzere.

1 gün sonra:

Şimdi Galata’yı gören penceremin karşısında oturuyorum. Bugün yorucu ama güzel bir gündü. Nasıl özlemişim! Önce caddeleri dolaştım, ardından çarşıları. Daha sonra eksik olan birkaç parça mobilyayı tamamladım ve biraz yiyecek aldım.

Ardından Galata Kulesi’ ne gittim. Kuleye çıkmadan önce soluklanmak için bir kafeye oturdum. Bir bardak su rica ettim bu esnada yaşlı ve kambur bir kadın gözüme çarptı. Kafenin kapısının yakınında oturuyor, beni izliyordu. İçimden “Kesin oğluna gelin adayı olarak görmüştür beni” dedim ve kendi kendime kıkırdadım. Ne yapsın kadıncağız? Onun da herkes gibi düşünce özgürlüğü var. Ben kendi kendime kıkırdarken onun beni eliyle hareketler yaparak yanına çağırdını fark ettim. Yerimden kalktım ve ona doğru yürümeye başladım.

Zaten alışmıştım evlilik tekliflerini reddetmeye. Kadın ben yanına gelince gülümseyerek oturmam için işaret etti. Yanındaki tabureye oturdum ve bir sorun mu var diye sordum. Kadın, “Yok kızım. Sorun yok. Seni daha önce buralarda görmedim, merak ettim. Sorması ayıptır ama kimsin? Necisin?” biraz şaşırmıştım. Her gelen geçene böyle mi soruyordu acaba? Ne değişik bir kadındı. Bu düşünceler biraz gülmeme neden oldu. Kadın hafifçe kaşlarını çatarak “Noldu kızım? Niye gülüyorsun?” Ben “Özür dilerim hanımefendi. Aklıma bir şey geldi de… Ben öğretmenim, karşı taraftaki Fransız Mektebi’nde. Yeni geldim buraya, Anadolu’dan. Senelerce orada yaptım öğretmenliğimi. Adım Feride.”

Kadın bana imalı imalı baktıktan sonra sorular sormaya ve caddelerde ki ve mahallelerde ki esnafları, aileleri anlatmaya onlarla ilgili bilgiler vermeye başladı. Bir kaç saat sonra kalmam gerektiğini söyleyerek oradan uzaklaştım. Herhalde bu yaşlı kadın oraların ‘muhtar’ı.

Neyse, yarın ilk iş günüm bu nedenden olacak ki biraz heyecanlıyım. Saat geç olmadan yatmak en iyisi! 

3 ay sonra:

Üç aydır günlüğüme bir şey yazmadığımı fark ettim. Ne büyük ayıp! İstanbul’ a, evime, mektebe alıştım. Apartman komşularıyla iyi geçinmeye, Galata Kulesi’nin oradaki kafedeki yaşlı kadınla ve mahallenin, çarşının esnafıyla iyi geçinmeye başladım. Onlar bana alışmaya başladı, ben onlara alışmaya başladım. Şimdilik her şey gayet güzel gidiyor.

Hele mektepteki küçük kız çocuklarını görseniz… Ne tatlılar! Hepsi çok akıllı ancak aralarında bir tanesi var… Adı Nadide. Bu küçük kız diğerleri gibi kurallara uymaya pek sevmiyor. Pek haylaz, pek afacan ama arkadaşları tarafından seviliyor. Diğer kızlar dersten sıkılınca Nadide’ ye dersi sabote etmesi için göz kırpıyorlar, Nadide yüzünde haylaz bir gülümsemeyle hemen dersin akışına bozacak bir şey yapıyor. Bazen çok kızsam da bazen çaktırmadan haylazlık yapmasına müsaade ediyorum.

Herkesten farklı olması bana Munise’ yi, haylazlıkları ise kendi mektepli hallerimi hatırlatıyor.

Kafedeki yaşlı kadın demişken ona mutlaka her gün uğramaya çalışıyorum. Mektepten çıkınca hızlıca vapura binip indikten sonra onun yanına uğruyorum. Onun sohbeti kadar keyifli sohbet yoktur. Bana anlattığı hikayeler, rivayetler, dedikodular , söylemesi ayıptır ama bütün mahallenin, esnafın, caddenin dedikodusu bu yaşlı kadıncağızda,. Anlayamıyorum, ayakta durmakta zorluk çeken bu yaşlı kadın nasıl olurda bu kadar bilgiyi aklında tutar? 

1 gün sonra:

Olanlara inanamıyorum. Bu kadar beklemediğim bir anda, beklemediğim bir kişi… Nasıl olur? Hala inanamıyorum. O yeşil gözleri ne de güzel parlıyordu! Altın sarısı saçlarıyla, parlayan beyaz cildiyle, her zamanki gibi özenli kıyafetiyle karşımda duruyordu. Onu gördüğümde bayılacak gibi oldum, başım döndü. Ancak hiçbir şey söyleyemedim, hiçbir şey yapamadım. Gözlerimin dolduğunu, yüzümün yanmaya başladığını hissettim. Nasıl olurda beni bulur? Nasıl böyle emin bir şekilde karşımda dikilir?

Her zamanki gibi mektepten vapurla dönüyordum. Vapurun alt katı bunaltıcı derecede sıcak olduğundan üst kata çıkmaya karar verdim. Demirliğe yaslandım ve denizi dalgın dalgın izlemeye başladım. Sonra, arkadan bir ses: “Feride!”  dedi. O ses, o tanıdık ses… Gerçekten o muydu? Arkamı dönmeye ve onunla yüzleşmeye korktum. Nefes alışım ve kalp atışım hızlandı. Şimdi nereye kaçacaktım?

Arkamı dönünce Kamran’ın bana yemyeşil gözleriyle baktığını gördüm. Bir kelime bile edemeden o, “Feride… çok çok özür dilerim. Lütfen beni affet.” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Nerdeydi senelerdir Kamran’a karşı biriktirdiğim nefret? Hepsi sanki içimde toz bulutu olup yok olmuştu. Kendime engel olamadım ve ağlamaya başladım. Kamran sanki olanları önceden biliyormuş gibi bana sarıldı ve özür dilemeye ve sakinleşmem gerektiğini söylemeye devam etti.

Şimdi anlıyorum her şeyi: Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir. Galata Kulesi’nde gördüğüm yaşlı kadın meğersem Kamran’ın hastasıymış. Kamran ondan almış bütün haberleri. Belki de, Kamran da benim hayatımda basit bir ‘tesadüf’ değildi.

https://i.pinimg.com/originals/e7/99/ea/e799eacec7a709d8519852aee373d63d.jpg
WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın